Gözlerimi dünyaya açtığım ilk evimiz de yaşam alanımız hayatımız diye düşündüğüm avluydu. Annemin gökkuşağını andıran çiçeklerinden sardunyalar, ortancalar, ne bulursa ektiği tenekeler içindeki çiçekleri avluya farklı bir hava verirdi. Bahçede ekilen zerzevat, korkusuzca dolaştığımız sokaklardı tüm dünyamız.
Dışardaydık sürekli. Kış gelince sığındığımız kuzine kadar yakındı sokak kapısının üstünde oynanan evcilikler. Yüzümüzü çevirdiğimiz gökyüzü hep yakındı bize. Akşamları oynadığımız sokak lambaları altında birbirimiz aradığımız saklambaçtı.
Ne zaman ki yeni eve gitme vakti geldi. Minicik bir balkona sığmaya çalıştık. Köyden kente göç eder gibiydik. Neyse ki terasın genişliği ve birinci kata terfi etmemiz mutlandırmıştı bizi. Babamın inşaat ustası olmasının şansı. Zaten biz büyümüştük, sokaklar yavaş yavaş tekinsiz mi oluyordu.
Atlı arabalardan, faytonlardan, geçiş yapmıştık arabalara. Evlerimizde düz ayaktan kurtulmuş. Birinci, ikinci, üçüncü derken yukarıdan bakmaya başlamıştık her yere. Bazıları renkli kuleler içinde yaşayacağımız modern hayatımız. Gözümüzün alabildiğince görmek için tırmandıkça tırmanıyorduk .
Ağaca toprağa hasretimiz vardı. Akrabalarla gidilen piknikler, okulun bahçesindeki koru, evin karşısındaki çınar ağacı ile idare ettik.
Şehrin her yanını saran binalar arasında nefes almamız gerçekti aldığımız nefes miydi? Onu da fark edemedik. Şehirler büyüdü sırt sırta verdi evler. Köyünden gelen insanlara dar geliyordu.
Binaları yapan mühendisler mutfak ve balkonları küçültmüşler oturulmayan geleneklerde her daim gelecek konuklara hazır odalar yapmışlardı. Minik balkonlara sığmaya çalışırken bir yanda annemizin terfi ettiği mutfaklar içinde mutluyduk. Çünkü daha büyümemiştik. Tıpkı oturulamayan balkonlar gibi.
Hayatımızı birileri mi belirliyor? Niye yeni yetişmiş elemanlar, evleri inşa eden kişiler, gelir grubuna uygun yüzü karanlık, ruhsuz evleri dikmişlerdi. Göçebe toplum olup yerleşik hayat bize göre değil diyerekten sanki geçici konutlarda yaşar gibiydik.
Nefes alamıyorduk. Neyse şehir planlamacıları bu sorunlara çözüm getirip parklar oluşturmaya başladılar. Göğe yükselen binalarımızdan çıkıp soluk almaya gitmek lazımdı. Ama onun içinde illa sokağa çıkmak gerekti. Balkonlar evet biraz daha mı büyüyordu yoksa biz büyüyüp balkonlara sığamıyor muyduk? Yoksa balkonda oturacak zamanımız mı yoktu?
Köydeki yaşam insana yetmedi. (Toprağın bereketini fark edemedi. Şimdi haydi köyümüze geri dönelim şarkılarına sığınıyoruz.) İşsiz insanlar çoluk çocuğu alıp kentteki tanıdığının yanına sığındı. Sonrada kentin etrafında bulduğu toprağa geceden kondurduğu evine yerleşti. Tıpkı çocukluğumuzun evlerine benzer ama derme çatma evler kenti sarmaya devam etti. Bulduğu çekirdeği ekti. Etrafı yaşanacak yere benzetti. Doğduğu eve özlemini gidermek için. Köyünde olmasa bile köyün benzerini yaratmaya çalıştı. Lağım kokuları arasında yeni bir hayat oluştu.
Kentte doğal afetin vurduğu ucuz ve kalitesiz konutların yerle bir ettiği dünya. Kaybettiğimiz hayatlar içinde acımızı saklar olduk.
Arazi çok olmasına rağmen merkeze yönelmek merkezde olmak önemliydi.
Bütün gün iş yerinde çalıştıktan sonra sadece yatmak için vardığımız evler. Balkon sadece ardiye için mi vardı. Ya da evin hanımının bir sardunya sıkıştırdığı ya da iki ya da üç çiçek ektiği sığınamız mıydı. Peki ev neydi? Sığınılacak liman mı?
Geniş kalabalık ailelerden çekirdek aileye geçerken hayatımız evler yaşantımızda değişti. Anne baba işe, çocuklar kreşe ya da okula denilen yeni bir dönem başladı.
Birden dünya ve zaman değişti. Evde geçirilen zaman azalmışken ev kendini yine hatırlattı. En korunaklı yerimiz oldu. Yaşlı nüfusu eve sokup, balkonsuz küçücük evin pencerelerine yaşlı gözler ile içinde hapsettik. Yalnızlığının sığınağı ev mi yoksa kendisi miydi?
Küçülen evleri ofis yaptık. Evin hanımı ocakta yemeğini kaynatırken bilgisayarda işin başına gönderdik. Evin erkeğinin öyle sorumluluğu yoktu. Sadece "Şimdi ne yemek var." demekle meşguldu. (Evde yemek yapan erkeklere sözümüz değil.)
Çocukların okulları kapalı, yasakladığımız bilgisayarları önlerine sürdük. Bazılarının evinde o da yoktu. Okul tatil oldu. Kiminin interneti yok, kiminin cep telefonu. Eğitimi hastalıktan rafa kaldırdık. Çocuklarda tıpkı ihtiyarlar gibi evdeydi. Balkonsuz evlerden dışarıyı seyrediyorlardı. Bazıları bit kadar balkonda oyun oynuyorlardı.
Hayatı sığdıramadık bir yerlere ev önemliydi. Evin planı bizim yaşantılara bir türlü uymadı. Biz bize sunulanı kabul etmekten başka ne yapabilirdik?
İnanıyorum inanmak istiyorum dünün çocuğu yarının gençliği büyürken tüm bu sorunları görüp geleceği farklı planlarsınız.
Not :Bu yazıyı yazmada esin kaynağım oğlumun bana söz ettiği Akbank'ın kırk yaş altı gençler yönelik balkon adlı yarışmanın çağrıştırdıklarıdır.