Sabah erkenden uyandım. Altı elli dokuz. Biraz televizyon izledim. Bir filmde " Zaman harcamaya gelmez." sözünü duyunca üzerinde düşünmeye başladım. Kafamda yazı için başka bir konu vardı. Hayat dedim hepsi iç içe.
Nisan yağmurlarından sonra havalar birden değişti. Doğa baharı çağırmış saklandığı yerden çıkmıştı. Baharın geldiğini bugün yürüyüşte ince montun fazla gelmesiyle farkına vardım.
Ya ağaçların yeni giysileri, renkleri ile yaptıkları şölen. Çimenlerin yemyeşil olması aralarında ballı babalarla, kara hindibaların arzı endamları. Tam kaçırıyor sandım baharı. Geçen hafta köydeyken doğanın iki günde yemyeşil olması gözümden kaçmadı. Baharı kaçırdığımız gibi yaşamı zamanı da mı? kaçırıyordum. Biliyorum ucundan hep yakalıyorum.
Ektiğim tohumlardan ay çiçekleri boyunlarını çıkardılar etrafa bakınıyorlar. Çiçek soğanları güneşi görmeye başladılar. Ya dedim bak seyret etrafı beklediğin doğumlar gerçekleşiyor. Ucundan kaçan hayatları yakalayabilirsin.
Harcadığım günlerin acısını çıkarmak gerek. Kendime borcum var. "Yaşamayı öğrenmelisin" dedi içimdeki ben. "Kendin olmayı biliyorum bazen beceriyorsun." Geçen zamanın hoyratlığı sinmiş üzerine kendini affet bırak işleri ertelensin. Aç camı bağır bağırabildiğin kadar... Suskunlukların sakladığın yazılar gibidir hayat. Özlediğin sensin yarım kalmış sevişmeler gibi yarınlar. "Ertelediğin düşleri geciktirme" dedi içimdeki çocuk. Ya yapılacak işler.... yaşamayınca yapılacak işler anlamını yitirir.
Yazacaklarım başkaydı. Yazıya dökülen satırlar başka. Galiba içimdekileri dökmek istedim. Bilincimin derinlerindeki izler kendini ele vermişti. Pişmanlıklarımın yalnızlığı hem içimi kemiriyor bir yandan hem de ruhuma saldırıyor. Umudun yarınları çok geç değil. Ertelediğim yarınların sevinciyle hoş geldin zamansız yazıların zamansız aşkları.