Eskiden çok eskiden annem "Akşam eşine kuru fasulye pişirmeyen kadın kocası tarafından bıçakla öldürüldü." bu haberleri gazetenin son sayfasında okurdu. "Annem niye bu haberleri okuyor diye düşünürdüm." Yaşamdı yaşanılandı, gerçekti ve hayatın kendisiydi. Değişen hiç bir şey yok. Bu haberler son sayfadan üçüncü sayfaya terfi etti. Azalacağına arttı.
Gazeteyi açıp inceleyelim.
Bir doktor intihar etti. (bunalım.) Kim bilebilir arkasında yatan nedenleri; mesleki , bireysel hangi acı hangi çözülmemiş sorunun ardında yatanlar neler bilmiyoruz. Sadece gazete haberi olarak okuyoruz. Sevdiği karısı sevgilisi, çocuğu var mı? bilmiyoruz. Bize sunulandan onun için yazdığımız öykülerden mi ibaret hayat.
Haftada ortalama Türkiye'de 65 kişi intihar ediyor.
Şili'den dünyaya yayılan ,danslı, şarkılı eyleme katılan Ayşe Özdemir'e11 ay 20 gün hapis cezası (dans etmek bir eylem biçimi olarak algılanmış)
Antrenörden yüzücüye cinsel istismar
8 mart sergisine polis engeli. Şiddet, engellenme
Sokak ortasında kadını öldürdü. Şiddet
Doktora şiddet. Önce darp sonra tehdit,
Bir kadın daha katledildi.
Sağlıkçıya şiddet, durakta öldürüldü.
35 yıl beklenirken baba tahliye oldu.(İki çocuğuna cinsel istismarda bulunduğu iddiası) cinsel istismar.
Şiddeti doğuran nedenleri ortadan kaldırmadıkça sorunlar çözülmeyecek. Ne bu öfke ,kin. Haberleri okudukça moralimiz bozuluyor. Ya hiç okumadan geçiyor bana dokunmayan yılan bin yaşasın derken görmezden geldiğimiz durumların benim başıma gelmeyeceğinin garantisi var mı?
Trafikte her an şiddetle karşılaşabiliriz. Kör kurşun bizi bulabilir.
Gazeteleri okuduktan sonra belleğimde kalanlar ile yaşamı sorgulama yapıyorum.
BU HAYAT BENİM HAYATIM MI?
Ödünç alınmış yaşamlar mı? yoksa. Biz birilerine ödünç mü veriyoruz. Bir blog arkadaşıma yorum yapmıştım. Emeklilikte bitmeyen ev işleri, yemek ve yetişmeyen zamanlar.
Onun cevabından sonra sorgulamıştım." Ben bu hayatın içinde neredeyim? Yapmak istediklerim var mı? Bugün yemek ve temizlik yapmak istemiyorum. Alışverişte yapmak istemiyorum. Böyle bir lüksüm var mı? Koltuğa uzanıp her şeyi ertelemek. İşe gitmesem olur mu? Ya da yetiştirmem gereken ödev yazı okumam gereken kağıt ödemem gereken borçlar aramam gereken insanlar. Bugün tembellik hakkımı kullanmak istiyorum. Bugün ben olabilmek istiyorum diyebiliyor muyuz. Kafamda deli sorular ve geciken cevaplar. Bu güzel havada eve kapanmak istiyor muyuz? zihnimden geçiyor. Bu yazının bu bölümünü yazarken aklıma feminist yazar Simone de Beauvoir aklıma geliyor. Öğrencilik yıllarında kadın adlı kitabını alıp okumuştum. İkinci cins diye geçer. Tercümeler farklı "Şu tozlar yok mu" diyor. Ya da "tembel ev kadınları gibi halının altına mı süpürsem." Neyse robotu kuruyorum . Sessiz çalışkan robot temizlikle uğraşsın.
Bu arada aklım Simona de Beauvoir'da okudukça sorguluyor sorguladıkça kendimle çelişkiye düşüyorum.
İnsan kadın olarak doğmaz zamanla kadın olur.
Kadın toplumsal olarak üretime daha çok katılıp ev işleriyle daha az uğraştığı zaman özgürleşecektir.
Kadını götürüp mutfağa ya da süsleme odasına kapatıyor sonrada ufkunun darlığına şaşırıyoruz; kanatlarını kesiyor sonrada uçamıyor diye yakınıyoruz.
Birileri bu işi yapacak. Evde kim uygunsa hayat paylaşılacak.
"Ben hayatın neresindeyim" diyorum,
Kendimi alıp kırlara çıkmak istiyorum. Bedenime bakıyorum "gücüm var mı yalnızlığımın ağırlığını çekecek." Beden "dünden iyisin" diyor. Vuruyorum kendimi doğaya. Köydeki eve varıyorum. Havanın sıcaklığına hayran. İçerisi buz gibi . Yoldayken alışveriş yaptığım yerden aldığım döner ekmek öğünüm olsun diyorum. Sobayı yakıyorum. İçerisinin soğukluğu gitsin. Bir çay koyuyorum ocağa. Aldıklarımı yemek için dışarı masa hazırlıyorum. Evden getirdiğim salatayı yapacak güç bulamıyorum. Tekrar eve götürürüm diyorum. Mayaladığım yoğurttan koymuşum iyi ki diyorum. Evden kemikler getirmiştim . Onları köpeğe vermeyi düşlerken davetsiz bir konuğum beliriyor tel örgünün ardında. Gözlerime inanamıyorum bir tilki. Telleri aşıp atlayacak. Karar veremedi. Bir süre bakıştık. Dili olsa konuşacak bende dil var ama onun dili değil. Anlamak için düşündüklerini bilmem lazım. Sessiz misafirimle iletişim nasıl kuracağım. Aşağı indi. Aç olabilir diyorum. kemikleri atıyorum .Bir bakıyorum çatır çutur sesler kemikleri yiyor. Bende heyecan üç yıldır köye giderim. Komşular tilki var derler ilk defa bu kadar yakınımda . Ne yapabilirim komşuyu görüyorum selamlaşıyoruz. Bir tilki var diyorum . evet diyor ben onu bütün kış besledim. Buraları evi sanıyor. Beni tanımıyor o yüzden bakıştık diye zihnimden geçiriyorum.
Bahçe ile uğraşıyorum. Kuruyan çiçek dallarını temizliyorum. Geçen yıldan ekilen çuhalar çiçeğe dönmüş. Bir bakıyorum davetsiz misafir atlamış bahçeye. Neredeyse yanıma gelecek. Yakında olunca işler değişiyor. Elime süpürgeyi alıyorum davetsiz misafiri kovalıyorum Bir şey demeden çekip gidiyor. Çiğdemler açmış onların fotoğrafını çekecektim. Kendimi eve kapatıyorum. Sobaya attığım odunların çatırdısını dinlerken dışarıdan kuşların şakırdaması karışıyor. Bitmeyen çayımı içiyorum. Sobada yapılan çayın tadı ayrı güzel. Gitmeden önce bir kaç fotoğraf alayım diyorum. Keşke makinayı getirseydim diye hayıflanıyorum.
Ekim ayında diktiğim vişneyi kontrol ediyorum. tutmuş doğaya tutunmuş ve patlıyor damarları canlanacak diyorum. Diktiğim kaçıncı ağaç üç yada dört oldu ancak bu tuttu. Çünkü orası güneş ve Arif derin ekti ve sulandı. Uygun koşullar olunca demek ki diyorum tutuyor. Çiçekçi bu sene meyve bile verir. Onu aldığım günkü mutluluğu düşünüyorum. Arabanın üst camını açmış rüzgar yiye yiye eve götürmüştüm.. Çiğdemler güneşi görünce canlanmış. diyorum ki keşke yeni çiçekler ekmek için alsaydım. Acele etme zihnim demekte soğuklar gelir vurur ölürler. Güllerim geçen yazdan kalma donmamış. Güzel keyifli bir günü kendime armağan ettiğim için mutluyum. Gece olmadan yola çıkıyorum akşam güneşi gözümü kamaştırıyor.