Değişik
başka türlü bir şey benim istediğim:
ne ağaca benzer, ne de buluta.
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava..
Can Yücel
Yeğenim "yenge Sinop dönüşü Ankara'ya geleceğiz oğul Anıtkabir ve Etnoğrafya Müzesi görmek istiyor" deyince mutlu oldum. Pandemiden beri Datça'da oturan arkadaşım grubumuzu davet ederdi. Hemen onu aradım bir arkadaşımız oradaymış o gidince ben varacağım kısaca uygunmuş. Hızlı bir planlama yaptım. Bodrum'dan Datça'ya nasıl giderim planını yaparken feribot olduğunu söylediler. Feribot sadece cumartesi onda var. Bodrum'a dönüşü cumaya alınınca feribot biletini ayarlama imkanım oldu. Hayatı ucundan yakalamak. Plan yapmak hem de gezi planı ayrı bir keyifti.
Sabah 7.40 yola çıktık. Baharı yolda doğanın uyanmaya başlamış halini seyretmek arabayı sürmeden yolu izlemek. Yıllarca memlekete gidip gelmiştim. Anne ve babamın sağ olduğu dönemde çok sık giderdim. Afyon'a kadar olan bölümü hatırladım. Anılar gözümde canlandı. Köroğlu Beli' yeşilliği huzur verdi. Erik ağaçlarının beyaz gelinlikler içindeki şöleni dağların burcundaki kar güneşin ısıtması, yol arkadaşlarının müzik seçimi derken kuş olup uçmuştuk. Yollar boştu. Tarlalar ona keza. Benzin ve mazot fiyatlarından sonra insanlar şehir içinde araba kullanıyorlardı. Tarlalarda emekçi kadınlarımız çapa yapıyordu. Denizli 'den sonra bitki örtüsü değişti. Canım Egem dağları ile bir farklılığı vardı. Havası suyu farklıdır. Yolda olmak içimdeki yolculukla birleşince beni heyecanlandırdı. İnsanın hayata bakışını değiştiriyor.
Güzel bir feribot yolculuğu yaptım. Şansıma hava güzel deniz sakindi. Denizin içinde iki saat dalgalar olmasa da mavinin elli tonunu görmesem de on tonunu gördüm.
Ev bahçe içinde Datça'ya sekiz km uzaklıkta aman Tanrım bahçede gelincikler elimi uzatma mesafesinde okşadım, gözlerim bayram etti. Burnuma güzel kokular geliyor limon ve portakal ağaçları. Oturduğumuz ağaç badem hemen kart olmayan bademlere uzanıyorum. Yediklerim doğal. Günün menüsünde şevketi bostan, tilkişen, paça...
Şevketi bostan
Tilkişen
Evin her tarafı sanki manzara odama bırakılan papatyalar ayrı bir incelik. Sabah " ot toplamak ister misin?" diyorlar dalından topladığım bilmediğim değişik otlar, mis gibi çilekler. Kümesten alınan yumurtanın sıcaklığı, sabah uyandıran horozlar. Sabah yapılan yürüyüşler, kocaman papatyalardan oluşmuş tarlalar, gelincik tarlası ve sapsarı Kıbrıs akasyası. Hangi tarafa bakacağımı şaşırıyorum. Ben papatyalar dalmışken onlar tilki kuyruğu da denilen otun peşinde arkadaşım da bitmeyen enerji.
Eski Datça 'ya gidelim diyorlar. Oradan deniz kenarına gideriz.
Mor salkımlar karşılıyor, kokuları ayrı güzel. "Hangi sokağa dalsak" diyoruz. Arkadaşım "burayı görmedik haydi. " Mavi çerçeveli pencereler, mavi, kırmızı kapılar, rengarenk saksılar. Baharı Datça'da karşılamak taş evlerin arasında dolaşmak harika. Can Yücel'in sokağına giriyoruz. Oturduğu kahvede onun ruhuna kahve içip şiirlerini okuyoruz. Hava ılık Datça çok güzel çok. İkinci bölümde gezinin kalanı. Bu satırları yazarken tekrar Datça sokaklarında, ovasında, dağlarında dolaştım.