15 Aralık 2013 Pazar

İstanbul her köşesi ayrı hikaye

Çektiğim fotoğrafların her  karesinden ayrı bir öykü çıkan bir kent. Bir yıl önce geldim. Tekrar gelmek ancak şimdi nasip oldu. Gezdiğim aynı sokaklar olmasına rağmen insan aşık oluyor bu kentte. Şehir sürekli hareket halinde . İnsanlar geliyor, insanlar gidiyor. Yeni gökdelenler dikiyorlar, yeni yollar yapıyorlar. Ama trafik azalmıyor. İnsanı besliyor. Ruhun heyecanlanıyor. Sergiler, elinin altında, İki adım yürüyorsun karşında deniz.
Dükkanların panjurları canlı,hareketli.
Duygular bir şekilde ifade ediliyor.
Balık sevdalıları denizin bereketinden yararlanmak istiyor.
Gökyüzü akşam ayrı güzel.
Gerçek bile kendi özgürlüğü içinde var olma savaşı veriyor.
Selamlaştığın komşu size poz veriyor..

İstanbul'da sabah

Yine yeniden İstanbul,
Eminönü 'nde sabah .
Çiçekçi ilk siftahını benden yaptı.
Kokina aldım oğlumun mutfağına yeni yıl bereketi gelsin diye,
Balkonu için kasımpat .
Kahve içerken mutlu olsun diye.
Çuha çiçekleri de gönlünü baktıkça şenlendirsin diye.
Tüm parayı çiçekçiye vermedim. Yoldan geçerken bir kadın balkonunda sabah kahvesini içiyordu. Ondan da oğlum için sardunya istedim. Ona da çuha çiçeği hediye ettim. Çiçekler evi güzelleştirir mi?  Bence hem evi hem ruhu. Çünkü o ev yaşayan evdir. Sabah sana gülümser .Bazen bir yaprak çıkarır,  bazende çiçek açar. Seden tek isteği vardır. Suyunu vermen. Tıpkı insan gibidir. İstediği biraz sevgi biraz ilgi. Suyu da tam kararında olacak. Aşırı su verirsen çürür Susuz bırakırsan kurur.  Sevginin aşırısı şımartır. İstanbul'da sabah .Güzel bir gün.Kış ortasında güneş . İçinde umut var .

13 Aralık 2013 Cuma

kırmızı bot

      Sarı saçlı yeşil gözlü kız ayağına siyah lastik çizmeleri geçirdi. Annesi iki çorap giy ayakların soğuktan donacak dedi. Annesinin sesini duymamıştı. Çamurlu suların içine dala dala okuluna vardı. .Siyah alttan bağcıklı pantolonu ayağına geçirmişti.o bacaklarını koruyordu..Yağmurda dolaşmayı ,çamur birikintilerine basmayı, çok seviyordu. Ama rengi siyah olan çizmeleri sevmiyordu. Hem soğuk tutuyor hem de kapkara renginden hoşlanmıyordu. Yazın beyaz naylon ayakkabıları daha güzeldi. En azından dantel gibiydi, ancak terletiyordu.
       Yetmişli yıllarda babası Almanya'ya gitmiş ona da kahverengi bot getirmişti.hem de deridendi. Ancak botların topuğu inceydi. Lise öğrencisiydi . Okula giyemezdi. Komşu Mustafa Amca ayakkabı tamircisiydi. Gitti ona rica etti. Dükkanı bit kadardı .Burnuna deri ve yapıştırıcı kokusu geldi.,genzini yaktı.Komşu Mustafa Amca nasıl çalışıyor burada diye düşündü.Bir kızı vardı. demekki evi geçindirebiliyordu. Ne zaman ayakkabı tamircisinin dükkanına girse aynı kokuyu duyardı.Yıllar sonra Mustafa Amca'nın akciğer kanserinden öldüğünü duydu. Ciğerleri  tutkal kokusundan maf olmuştu.
      Botlara  kalın topuk yapıldı.Ama botun önü sivriydi.olsun ya dedi. En azından deri ayaklarım ıslanmaz hem soğukta olmaz .Çizme ve bottan yana şansızdı.. Hem ayaklarını su alır  sonrada ayakları buz kesilirdi.  Şöyle içi tüylü sıcacık botu olsa çok mutlu olacaktı. Hele kar yağınca ayaklarını üşütmüyecek bir bot.Çift çorapta işe yaramazdı. karda da botları kayıyordu.
       Aradan yıllar geçmişti. Şöyle altı kalın içi sıcacık bir bot almalıyım diye düşündü. Ayakkabıcıda kırmızı botları görünce çok hoşuna gitmişti. Bu yaşta giyilir mi diye düşünmedi. Çünkü canlı renkleri severdi. Önemli olan altı kalın olmasıydı.  Bir de rahat olmalı aynı zamanda ayaklarını  sıcak tutmalıydı.    Yağmurlu günlerde üniversitede okurken giydiği botların aldığı sular yüzünden ayaklarının nasıl buz gibi olduğunu hatırladı. Lastik çizmeli yıllardan bugünlere gelmek çok uzun zaman olmuştu. Yıllar ne çabuk geçmişti. İkinci bot yüzde elli sözünü duyunca yanındaki arkadaşına sen de al dedi.
 -Ben hiç kırmızı bot giymedim. Hem ben senden yaşlıyım olur nu ya? dedi.
- Neden olmasın tam da istediğimiz gibi hem fiyatıda uygun neredeyse ayakkabı fiyatı .
Arkadaşını ikna etti. İkiside ayakkabıcıda yeni botlarını giydiler. Eski siyah botu ona o kadar eski geldi ki. . Yeni botlar kırmızı ve de sıcak .Eskisi torbaya girmeliydi. Ayakları nihayet huzura ermişti.Bu soğukta hem kaymıyacak hem de üşümüyecekti. Çok mutlu olduğunu farketti. Sanki küçük bir çocuk olmuştu. İki de bir ayaklarına bakıyor; kırmızı botun içindeki ayakların sıcaklığı tüm vücuduna yayıldığını hissediyordu.Yıllar önce bir hikaye okumuştu. Kırmız ayakkabılı kadın . Her şeye rağmen ayakları üzerinde duran, kendine güvenen kadın Kırmız botunu giydiğinde aklına o kadın geliyordu. Birden önünde bir kız belirdi. Ayağında kırmız bot.
Küçük kız ona el salladı. Sanki kendi çocukluğuna ne kadar benziyordu. Çocukluğu mu  gelip karşısına düşmüştü ; yoksa bir düş mü görmüştü. Birden ayaklarının donduğunu farketti.Gecenin ayazı içini titretti.Gidip ayaklarına çoraplarını geçirdi.

9 Aralık 2013 Pazartesi

Yaşamak böyle mi oluyor ?

Bir oda soğuk ve sevimsiz,
Çiçekler bile güzelleştirmekte yetersiz.
Radyoda müzik kanalı
Odanın sessizliğini canlılık katıyor.
Müzik beni bir yerlere götürüyor.
Yazıyorum, karalıyorum, yalnızlığıma arkadaş olsun diye.
Bazen neyi yazacağımı bilmiyorum;
Bekliyorum kalemin ucundaki duyguları.
Bazen , yalnızlık ;  bazen keder,  beni yakalıyor, sarmalıyor.
Boğazımda acı bir tat.
Tıpkı geçmişin dünden kalanı örtmesi gibi.
Beklemek , neyi beklediğini bilmeden.
Yaşam piyangodan çıkar gibi.
Çekiliş sen yapmıyorsun .
Kimbilir yarın seni hangi sürpriz bulacak
Bazen de sen kendine sürpiz yaratıyor kaderine boyun eğmiyorsun.
Harekete geçiyor yaşamına anlam katmak için çabalıyorsun.
22. 10. 2002 de yazdığım bir yazı

Üç kozalak iki taş

                                                                                           Spderman                                         ...